Pazar, Aralık 30, 2012

Kulak Ağrısı


Kulak ağrısı ne kadar berbat bir şey arkadaş. 2 hafta sonumu yedi şu kulağımdaki poblemler. Geçen hafta bir anda tıkanmasıyla gündeme oturan sol kulağım, açılmasının ardından gitgide artan bir ağrıyla Cuma akşamı dayanılmaz bir hal aldı. Fedakâr Merve Hanımcığım koşup nöbetçi eczane bulmasaydı kendimi vuracaktım Nişantaşı'nın ortasında. Dün sabahın köründe doktora gittim, yaklaşık 3 günün sonunda ancak bugün ilk kez azalma göstermeye başladı ağrım. Gerçekten tıp bilimine inanılmaz şaşırıyorum bu tip durumlarda. 10.000 sene önce neredeyse hâlâ oradalar ya adamlar arkadaş. Bilgisayarla, teknolojiyle kaydedilen ilerlemeyi kast etmiyorum. Yani 2012 yılında sen hâlâ 5 dakikada benim ağrımı kesemiyorsan ya da grip/nezle gibi hastalara "yatarak 7 gün ayakta 1 hafta" gibi geyikler yapıyorsan yazıklar olsun geldiğin noktaya. Bari alternatif tıp diye kendinden ayırdığın ve inanmadığın o yöntemlere bir göz at ne bileyim uyuşturucu ver, placebo uygula bir şeyler yap. Neyse sinirim geçmedi hâlâ. Bir kaç yüzyıl daha da geçmez. Tüm kulak ağrılarıma rağmen Merve Hanımcığım, Finlandiya'dan katılan dostumuz Ayşe Hanım ve eşi Yiğit Bey ile keyifli bir yemek yedik Nişantaşı'nda. Semtimiz çılgın atıyordu, belediyenin düzenlediği bir açık hava partisine şahit olduk, fena da çalmıyordu dj'ler, zaten her taraf süslenmiş, insanlar da gayet eğleniyor ve fotoğraf çekiniyorlardı, güzel ve enteresan bir yer Nişantaşı gerçekten de.

Hafta sonumu kulak ağrım ve hava muhalefeti sebebiyle evde youtube'dan video'lar izleyerek ve bol bol Regina Spektor dinleyerek geçirdim. En sevdiğim müzisyenler listesinin her daim en üstlerindedir bu ablamız. Müthiş bir söz yazarı ve bestecidir, kendisinden önceki yazılarımda da bolca bahsetmişimdir hatta favori şarkılarımdan oluşan bir paragraf bile yazmıştım sanırım tam şu yazının üçüncü paragrafında. Öncelikle Regina Hanım kendi facebook ve twitter hesaplarından bir video paylaştı geçenlerde. Machine parçasının cover'ı. şarkının orjinali de müthiştir ama cover'ı gerçekten de efsanevi, işte bunu izlememle hafta sonumu youtube'da geçirmeye başlamam bir oldu. Bu müthiş cover'ı buradan dinleyin lütfen! Tabi ki yine mükemmel sözler, müthiş bir müzik, kısacası bir müzikal deha! Sonrasında "The Live Room" adlı bir programda söylediklei 5 şarkıya denk geldim. Öyle güzel ki. Hepsini sırayla buradan dinleyebilirsiniz. En son olarak da şu video'yu paylaşıyorum. Bir konserinde "Ballad of a lovable dictator" olarak adlandırmış, hatta dictator kelimesini seyircilere sorup buluyor çok tatlı. Ahahah. Gerçekten bir değil bir kaç maaş bile gömülebilir bu kadının bir konserine, o gelmezse ben gideceğim en sonunda.

Sonra vaktiyle Nil İpek Hanım'ın gösterdiği 2 adet Kimbra video'su vardı. Onlara bir bulayım da dinleyeyim dedim. Hatta Kimbra konserinden sonra izlemiştim ben bu video'ları da öncesinde izlesem herhalde giderdim konserine ne olursa olsun diye düşünmüştüm. İkisi de ayrı kategorilerde aşırı etkileyici video'lar sınıfına giriyor. Birincisi ne güzel şarkı yazmış ne kadar güzel çalıp söylemişler dedirten akustik kategorisi: Wandering Limbs. Sam Lawrence adlı Ozan Beyvari bir arkadaşımızla söylüyorlar bu video'da. İkinci kategorimiz ise ablamızın müzikal dehasına hayran bıraktıran kategori, biraz el çabukluğu, biraz büyücülük, biraz da analitik düşünce diyelim: Settle Down. Bakmayın ilk 456 dakika çalmadıklarına, ekip de muhteşem! 

Bu arada Nil İpek Hanım'ın makinesiyle Merve Hanımcığım tarafından çekilmiş bir Taşoda fotoğrafı da Emir Bey sayfasının kapak fotoğrafı olmaya hak kazandı. Emeği geçen herkese sonsuz sevgiler. Murat Bey'in şu video'suna denk geldim hafta sonu yine, pek güzel hem şarkı, hem video hem de sevdiğimiz bir sesi yıllar sonra tekrar dinlemek. Bir de Ahmet Bey'in paylaşımı üzerine şöyle bir şarkıya denk geldim, gerçekten baya etkileyici, vaktiniz olunca muhakkak dinleyin.

Bu arada son sözüm sözlük yazarı eşe dosta bir sitem mahiyetinde. Arkadaş geçen bir vesileyle Emir Bey adına ve kendi adıma yazılmış bir kaç entry'ye denk geldim. 2 sene önce öldüğümüz ya da müziği bıraktığımız düşünülebilir kolaylıkla. O kadar facebook sayfamız var, Mavi Büyücüler blog'umuz var, soundcloud hesabımız var ama ne yazık ki sözlükteki verilen bilgilerde bunların pek izi yok, yazılar eski tarihli olduğu için. Ben demiyorum ki oturun Emir Yargın Efendi'ninki gibi bir wiki sayfası döşeyin ama yine de arayanı yönlendirmek sevaptır. Ahahahaha.

Son olarak. Fazla link göz çıkartmaz.

Çarşamba, Aralık 26, 2012

Importance of metrobüsing in a corporate life.


Evet efendiler yine birikti yazılacak konular. Öncelikle hafta sonundan başlayalım. Dut Şerbeti adlı bir oyuna gittik annemle. Oyunun yazarı ve yönetmeni Sertaç (Ayvaz) Bey bizi karşıladı, annemle arkadaşlar. Ayak üstü biraz sohbet ettik, ardından oyuna girdik. Tiyatro konusunda biraz cahil bir insanım ancak modern bir düzenleme vardı salonda. Yani seyirciyi oyunun içine alan cinsten ki zaten giriş ve çıkış sahneleri de seyirciyi fiziki olarak oyuna dahil edecek şekilde tasarlanmış. Kadına şiddet ve bunun aile ve uzun vadede oluşacak olası aile(ler) üzerine etkilerini işliyordu oyun. Tiyatronun her gittiğimde tekrar hatırladığım -ya da yeniden fark ettiğim diyelim- çarpıcılığını yaşadım yine. Televizyonda, filmleri, dizileri, haberleri izlerken ya da gazeteleri, kitapları okurken asla hissedemeyeceğiniz -hissizleştirildiğimiz- bir gerilim yaşatabiliyor size. Annem de ben de etkilendik ve daraldık izlerken ki sanırım bir dramın amacı da bu olsa gerek. Aralık gösterimleri bitti ancak broşürde yazdığına göre Ocak'ın 9, 18, 25 ve 26'sında saat 20:30'da Tiyatro Açıkça'da gösterimleri devam edecek. Bu tiyatro da hemen Rexx Sineması'nın hizasındaki Burger King'in karşısındaki pasaj/apartman karışımı yapının içine girince bir kat aşağıda. Vaktiniz olursa bahsi geçen tarihlerde bu tek perdelik dramla değerlendirebilirsiniz değerli vaktinizi. Bu ay tiyatrodan yana şansımız yaver gidiyor, SBR'nin oyunu Annemin Cinayet Listesi ile yüksek bir hızda başlamıştı ay başında maceramız hatırlayacağınız üzere.

Bu arada hafta başında işe başladım! Ancak bununla ilgili gelişmeleri bir kaç paragraf altta daha detaylı anlatacağım.

Pazartesi akşamı yani ilk mesaimin ardından işten çıkıp Enis Ağabey'le buluştuk Mecidiyeköy'de ve okula doğru yola koyulduk, bizle eş zamanlı olarak annem de Beşiktaş'tan okula doğru hareket etmişti. Kapıda buluştuk ve aşağıya indik. Konsere yetişmiştik! Boğaziçi Üniversitesi Türk Müziği Kulübü'nün (BÜTMK) kış dönemi koro konseri olan Mahur Beste'ydi yetiştiğimiz konser. Bir korist ve solist olarak yetişmem ayrıca iyi oldu tabi. Pek keyifli geçti konserimiz, sahnede görmekten mutlu olduğumuz koronun genç yüzlerinin yanı sıra sahnede göremediğimize ve birlikte olamadığımıza üzüldüğümüz dostlarımız da oldu. Faruk Hoca yine olanca tatlılığıyla seyirciler arasındaydı. Neyse solomu da kazasız belasız atlattım. BTS kod adlı Albert Long Hall'dan da her daim etkileneceğim sanırım. Sizle konser repertuvarımızdan çok beğendiğim iki şarkıyı paylaşmak istiyorum. İlk eserimiz bir Dede Efendi bestesi. "Ah yine zevrak-ı derûnum kırılıp kenâre düştü." diye başlayan pek hoş sözler ise Şeyh Gâlip'e ait. "Kimi terk-i nâm ü şâne kimi itibâre düştü." diyerek de hayli (highly) vurucu bir bitiriş yapmış. Buyurun buradan dinleyelim. İkinci muhteşem eserimiz ise Hacı Arif Bey imzalı:

"Gösterip ağyâre lûtfun bizlere bigânesin
Bivefa görmek ne müşkül âşıka cânanesin
Böyle üzmek şânına lâyık mıdır divânesin
Bivefa amma cihanda sevdiğim bir tanesin."

Her şeyi geçtim (Şebnem Hanım da hak verecektir) sırf şu üçüncü satır için dinlenir bu eser, buyurun siz de dinleyin. Bu arada konserde favori solistim yine Rıdvan Bey'di. Okuduğu eserin ismini bir türlü kaydedemediğim için paylaşamayacağım ama ne güzel bir icradır o arkadaş, denecek söz bırakmadı bizde.


Sonraki gün, yani salı günü, yani bir diğer deyişle dün, tempomdan hiç ödün vermeyerek mesai çıkışı sırtımda gitarımla yine Mecidiyeköy'de önce Merve Hanım ardından da Nil İpek Hanım'la buluşup bir başka konser vesilesiyle tekrar okula geçtim. Bu sefer de Boğaziçi Üniversitesi Müzik Kulübü'nün (BÜMK) Taşoda Kış Konserleri'ydi yetişmeye çalıştığımız. Yetiştik. Biraz ayrı bir dünyadan geliyormuşçasına sıra bize gelince sahneye kurulduk ve başladık çalmaya. Ayrı dünyamızın sebebi öncelikle Nil İpek Hanım ve benim kurumsal kostümlerimizdi, bir diğer sebep herkesin kalabalık çıktığı ve genelde ayakta çaldıkları bir sahneye 2 kişi sandalye çekip oturmamızdı, son sebep ise fazlaca sakince bir müzik yapmamızdı. Organizasyon pek güzeldi, bize de çok kibar davrandılar. Gönüllerimizin en birinci seyircisi Merve Hanım vardı önde, bir kaç tanıdığımız dostumuz da ön sıralarda yer aldı, onun dışında salonun farklı köşelerine dağılmış yine bir kaç avuç insan vardı sanırım "ne yapıyor bu yaşlılar" diye bize bakan. Neyse biz mutlu mutlu ve sakin sakin şarkılarımızı çaldık ve indik. Ne kadar özlemişim GKM'yi ve Kış Taşodası'nı. Salon konserlerine her zaman hayranım. Nil İpek hanım da pek memnundu seslerden ve ortamdan zannımca. Böylece 2. kez maksimum akustik Emir Bey performansımızı sergilemiş olduk ki daha devamı gelecek bunun bence. Tanıdık ve tanımadık bir kaç zarif geri dönüş de aldık, mutlu olmamıza yeter bunlar bir kaç hafta bence.

Gelelim iş dünyasına. Evet efendim granit alanında öncü bir firmamız benim onları iyi yöneteceğimi düşünmüş olmalılar ki beni işe aldılar. Şirket yönetmek zor iş çok yoğunum 3 gündür, bakmayın konserlere çıktığıma falan. Şaka bir yana MT (Management Trainee) ya da yönetici adaylığı ilanına başvurduğum firmamızda satış departmanında işe başladım. (Kariyer.net çalışıyormuş bu arada gerçekten şaka gibi.) Sanırım şirketin ilk MT'si benim. Ben dahil herkeste bunun bir şaşkınlığı ve heyecanı var. Oryantasyon kısmındayız şimdilik, farklı departmanlardan "işler nasıl yürür, biz ne yaparız" temalı eğitimler alıyorum, bilgisayarım da oldu ancak daha kendi departmanıma yerleşmedim. Bilgisayar demişken bugün 2-3 dakikamı Windows 8'de "Başlat" menüsünü arayarak geçirdim, tam olarak bulduğum da söylenemez ama ona yakın bir şeyler buldum. İlk izlenimim aşırı hızlı açılıp kapanan bir işletim sistemi olduğu yönünde, adamlar iPad'e bağlamışlar maşallah. Neyse üçüncü günümü de geride bıraktım ancak mesaim haftada 6 gün, bu yüzden bu hafta için çoğu gitti azı kaldı diyemiyorum henüz. Tabi şirket yönetmek zor ne yapalım. Ahahaha. Belitmeden geçemeyeceğim, Ilgın Hanım'ın Londra'dan 17 Kasım'da gönderdiği ve çoktan umudumuzu kestiğimiz "bu kart şansını döndürsün" temalı kartı tam işe başladığım gün yani yaklaşık 35 günün sonunda elime ulaştı. Kalbi temiz bence Ilgın Hanım'ın ondan hep. Bu arada metrobüs strikesback.

Not: Serkan bey bunu okuyorsanız yardımınıza ihtiyaç duydum, Gandalf'ın Frodo'dan ayrılırken (Yüzük Kardeşliği'nin en başlarında) kurduğu bir cümle vardı "beni en beklenmedik anlarda bekle" temalı bir cümle, neydi onun İngilizcesi? Kitabı karıştırmaya üşendim bilgisayardan kalkıp. Başka Orta Dünya töresine hakim birisi varsa o da cevap verebilir buna.

Cuma, Aralık 21, 2012

Herkesin Kıyameti Kendine


Efendim geçtiğimiz günleri hastalıklı geçirdiğim yetmiyormuş gibi bir de geçtiğimiz gün koro provası sırasında teklemeye başlayan sol kulağım, provayı takiben yediğimiz yemek sırasında tıkandı. Ne çirkin ne tahammül edilmez bir his öyle o arkadaş. Dünya mono dinlemeye gelmiyormuş alışmışız hep stereo'ya. Böyle kulaklığımın teki bozulmuş ya da 2+1'im 1+1'e düşmüş gibi boynum büküldü gerçekten de. Bir de iç ses oranları değişti sol taraf tıkanınca monitörü de %40 kadar yükseltmiş olduk, dışarıyı duyamamak bir yana kendi sesimden de tiksindim. Neyse bugün gittik doktora açtırdık çok şükür parası neyse verdik. Parası neyse verdik diyorum keza uzun zamandır işsiz gezdiğimden kelli artık beni evladı sayan bir devlet yok yani sosyal güvencesizlik yaşıyorum, neyse bir kaç güne geçer.

Şimdi üstteki paragrafın içinden açacağım 2 konu var. Birincisi koro provası dedim. Neyi prova ediyoruz hiç merak etmiyorsunuz eminim ki ancak ben yine de belirteyim: 24 Aralık Pazartesi akşamı saat 19:30'da Albert Long Hall'da gerçekleşecek olan BÜTMK (Boğaziçi Üniversitesi Türk Müziği Kulübü) dönem sonu koro konserine hazırlanıyoruz. Mahur Beste adlı bu hoş konsere klasik müzik seven herkesi bekleriz. Dilim dönerse hatta bir eser de ben söylerim sizlere hazır oralara kadar gelmişken.

En üst paragraftan bir diğer cımbızlayacağımız öğe ise paragrafın son cümlesindeki bir kaç güne geçer kısmı. Bir aksilik olmazsa ben de yetişkinlik görevlerinin en önemlisi en kutsalı olan düzenli çalışma hayatına adım atacağım önümüzdeki hafta. Yarın -yani artık bugün- evraklarımı teslim etmem lazım tabi. Herkesin 21 Aralık'ı kendine demek ki Maya kardeşler. Yok yok o kadar karamsar değilim, her zaman dediğim şeyleri söylüyorum kendime tekrar tekrar, umarım hayırlı olur ve iyi insanlara denk gelirim. Bu tür bilinmez durumlara yıllardır tam olarak şöyle bakıyorum:


Gelelim son paragrafa. Merve Hanımcığımla vardık Hobbit'i izledik. Bana kalırsa Yüzüklerin Efendisi'ne oranla daha iyi bir uyarlama, üstelik biraz daha masalsı bir eser olduğu için ufak tefek yönetmen ya da senarist yorumlarını daha rahat kaldırıyor. Tabi her şeyin de bir sınırı var ama o dağdan kopup birbirine kafa atan, sille tokat girişen yaratıklar neydi öyle arkadaş. Haydi öyle saçma sapan karakterler yarattın, daha güzel dövüştüremedin mi? Laleli esnafı gibi, sarı dolmuşçu gibi kafa atıp aparkat falan çekmeler. Neyse tam onu affediyordum ki bir Necromancer yapmışlar, sırf o yüzden affedemedim. Ben paint'te spreyle daha iyisini yaparım, koskoca Sauron'a yapılacak hareket değil şu. Bir de Boz Radagast'ı ötekileştirme ve basitleştirme var. Tamam bunun kitabımızda da yeri var, haydi masalsı anlatım daha sevimli olur diye yapıyorsunuz onu da anlıyorum ama yine de belirtmeden geçemeyeceğim bu durum benim gücüme gidiyor. Zaten 5 büyücü var, ikisi gitmiş belasını mı bulmuş mevlasını mı belli değil, biri sinsinin önde gideni bayrak tutanı, öbürü ateşle oynuyor, Radagast da hayvanlarla anlaşıyor farklı bir kafa yaşıyor. Onu hor görmeyelim, ona sahip çıkalım. Şurada teke tek kalsan tek kelimesiyle feleğini şaşırtır yemin ederim. Hürmet gösterin azıcık büyücülere. Neyse sinirlendim yine ama yanlış anlaşılmasın film güzel film, gerçi ben senede ortalama 1 filme giden biri olarak çok sözü dinlenmeye değer olmayabilirim hüküm verme konusunda ama olsun. Bir de şu şarkı beni izlerken de sonrasında da çok derinden etkiledi, siz de dinleyin pek bir spoiler'lık yanı yok: Misty Mountains.

Yeni bir dünyada yahut yeni bir düzende görüşmek dileğiyle!

Cuma, Aralık 07, 2012

Neyin Yoğunluğunu Yaşıyorsam


Son 2-3 haftadır daha cumartesi pazar gününden önümdeki haftanın tüm günlerine en az bir program geliyor ve ecnebilerin "full throttle" bizimse "tam gaz" yahut "yardırmaca" tabir ettiğimiz yoğunluk seviyesine ulaşıveriyorum. Çok kısa yazacak vaktim var yahu olacak iş değil! Nokta nokta yazıyorum o yüzden:

. 7 Aralık Cuma, yani artık bugün oluyor, akşam saat 21:30'da Nil İpek Hanım'la beraber 60m2'de sahne alacağız. Kendi şarkılarımızı ve sevdiğimiz bazı şarkıları söyleyeceğiz, samimi bir etkinlik olacak gibi, bekleriz. Detaylara şuradan ve buradan ulaşabilirsiniz.


. Bir diğer Emir Bey haberimiz ise şudur ki, bugün yaptığımız provanın sonunda haydi bir şeyler kaydedelim dedik, Buğulu Camlar'ı kaydettik Nil İpek Hanım'la. Kendisi zarif sesiyle bana eşlik etti sağolsun, çok daha önemlisi bu şarkıyı beğenerek bana mânen eşlik etti ki bundan daha değerli bir katkı olamaz zaten. Bu yeni kaydı da ister bu paragrafın altındaki oynat tuşuna basarak, ister buraya tıklayarak dinleyebilirsiniz.


. Bir diğer keyifli haber SBR'nin yeni oyunu "Annemin Cinayet Listesi"nin 11 Aralık Salı günü ilk gösterimini yapacak olması. Bunu neden yazıyorum peki? Çünkü bu keyifli oyunun içinde geçen 3-4 keyifli parça benim elimden çıktı, bir başka yazıda genişçe bahsedebileceğim komik ve keyifli tesadüfler sonucu olaylar gelişti ve şu an Salı gününü iple çekiyorum. Etkinliğin detaylarına buradan ulaşabilir, buradan bilet edinebilir, buradan da SBR nedir diye göz atabilirsiniz.

. Merve Hanım'ın evinde tasarladığımız çağdaş kanepelerden, yıllar sonra görüştüğümüz Melike Hanım ve Bahadır Ağabey çiftinden, Canberk Bey'le Yiğit Bey'in evinde geçirdiğimiz pek keyifli kayıt sürecinden ve artık sayısı milyonları bulan mülakatlarımdan bahsetmeyeceğim bile.

. Ancak bahsetmeden geçemeyeceğim bir şey oldu ki dün gece Nil İpek Hanım'la yine bir müzisyene hayran olduk. İsmi Selim Saraçoğlu, yaptığı açıklamalardan anladığımız kadarıyla sanal dünyada pek yer almıyor, ancak çok zamandır canlı dinlediğim en güzel şarkılardı. Etkileyici bir besteci, gitarist ve solist. 25'inde Dunia'da çıkacakmış hemen notlarımızı aldık.

. Bir de şu tıraş köpüğü ne iğrenç şey, ne zaman sıksam yüzüme o koku beni Topçu Füze Okulu'nun tuvaletlerine götürüyor, geçen sene Aralık ortası, acemilik, soğuk. Aman!

. Son olarak Ilgın Hanım kart atmış ama gelmedi, neyse ki kendisi çok öngörülü bir insan, kartın fotoğrafını çekmiş, yolladı. Değişik değişik insanlarız sonuçta hepimiz.