Cumartesi, Mart 31, 2007

BU' (r) da Konser Başkadır

Paşaların paşası' da gelmişti konserimize, hatta annesi, babası da ta kalkıp nerelerden gelmişlerdi. Gel de mutlu olma yahu, hemen karşılığını vermek gerekiyordu artık, 26 saat sonra biz de onların konserindeydik sanırım. Umarım beğenmiştir keyif almıştır paşa beyimiz, sırf kendisine söylemek için "Kadifeden Kesesi" ni öğreneceğim bir gün.
"Kuş olup uçsam sevgilimin diyarına, saçından bir tel alsam ah koysam canıma, söylesem sevgimi kalbimi açsam ona, aşkımın çiçeğini taksam başına, sözleri ah sitemkâr, kıskanır beni yakar, nazlanır, yalvarır, ah o güzel yâr. Söylesem sevgimi kalbimi açsam ona, aşkımın çiçeğini taksam başına." dedik çok değerli dostumuz Esra Hanım' la beraber ve kendi evimizde konser vermenin meyvelerini hat safhada toplayarak büyük alkış aldık. Mehmet Hoca' mızın bizi "iki Boğaziçili" olarak sunması jesti de unutulmayacaktır tarafımca, Serap Hoca ise dünyanın en hanımefendi insanı, sayesinde Esra Hanım ile düetimizi yaptık.Antalya dostlarımın ATAL kısmı bu resimde gördükleriniz, yani Adem Tolunay Anadolu Lisesi, bu adamlar öyle vefalı, öyle müthişler ki "abi okulda hapşurucam, siz de gelin" desem, üşenmiyorlar, kalkıp gelip destek oluyorlar. Çok müthiş bir duygu böyle dostlarınızı olduğunu bilmek.Merve Hanım' ın yaptığı hareket mi, benim surat ifadem mi yoksa arkada Emir Efendi' nin sırıtıp kareye girişi mi daha komik bir türlü kestiremedim bu pozda ben. İlerde bu arada makam şoförü olmaya karar verdim, şarkıcı olamazsam.Boğaziçi Üniversitesi' nde konser başkadır demek istiyorum izninizle, çünkü gerçekten çok daha keyifli bir konserdi bana kalırsa. Ses sistemi de pek güzeldi, izleyiciler de bizim yaşıtlarımız ağırlıklıydı. Üstelik çok değerli Faruk Birtek Hocam ve Esra Mungan Hocam konserimize geldiler ve en ön sıradan izlediler bizi. O kadar güzel dinliyorlardı ki gerçekten güzel bir şey yaptığımızı hissettim.Yanıma da alırım sevdiğimi, kravatımı da takarım, çok da havalı olurum, cakamı satarım, havamı atarım, objektife bakarım. Ne bileyim bu tip şeyler yaparım işte. "Ben sizi çok seviyorum bayan, tanışabilir miyiz?"Konserin başında düğün sahibi imajıyla Albert Long Hall' ün kapısına çıkıp, her gelen arkadaşımla tokalaştım hoş geldiniz dedim. "Hoş geldiniz" derim düşünün yani o derecede de kibarım felan =) Bu karade de vefalı ve çok sevdiğimiz dostumuz Bahar Hanım' ı görüyoruz, arkasında İdil Hanım var, daha da arkada Serhan ve Uğur Beyler var. E tabi Merve Hanım ve ben de.Avukatım, menejerim, mafyam, makam şoförüm, kafa atanım, yahut kısaca benim büyük birader. Vallahi ayağınızı denk alın, zira sırtımı sağlama dayadım. Bunu gerek göbeğinden gerek ensesinden anlayabileceğiniz bir ağabeyim var. Sizin gibi 5' ini yer. Açık ve net.

Bu mükemmel gecede yanımızda olan, bizi yalnız bırakmayan herkese çok teşekkür ediyorum. TRT İstanbul Radyosu Türk Sanat Müziği Gençlik Korosu' ndaki koro ve orkestradaki tüm arkadaşlarıma da buradan sevgi, saygı ve selamlarımı iletiyorum. Benim çok keyif aldığım bir akşamdı. Serap Mutlu Akbulut Hocamız' a ve Mehmet Özkaya Hocamız' a bize vrdikleri emekler ve gösterdikleri sabırdan ötürü ayrıca teşekkürler ediyorum.

Fotoğraflar için Melis Hanım ve Yargı Bey' e sonsuz teşekkürler.

Pazar, Mart 25, 2007

Çok Müteşekkirim Çok

Üstünde bu amblem bu logo olan bir bilet geçtiyse elime bugün ve hayatımın en sevdiğim grubunun konserine gittiysem şayet, buna herşeyden önce Ulaş Bey, Sanem Hanım ve Aslı Hanım' ın bana acıyarak Pentagram konseri bileti alışları vesile olmuştur. Beni şoka sokan bu tavır beni hem mutlu etmiş, hem de çok mahcup hissettirmiştir bu şahıslara karşı. Pentagram benim için nedir onlara anlatabilsem belki tam olarak, onları sırtımda taşısam borcumu ödeyemeyeceğimi anlarlar belki birazcık. Allah Ulaş Bey, Aslı Hanım ve Sanem Hanım' dan razı olsun, tuttukları altın olsun, Allah gönüllerine göre versin, uzun ömürler yaşamak nasip etsin cümlelerine sevdikleriyle. Amiiin !
Konsere yalnız gidilmez psikolojisiyle önce Barış Bey' i sonra Melis Hanım' ı aradım ve aldığım olumsuz yanıtların üzerine, annemden gelen "ben Melis' e bilet ısmarlarım" teklifiyle beraber, annemin Melis Hanım' ı benden çok sevip sevmediğini sorguladım. Neticede 10 dakika içinde Üsküdar' da buluştuğumuz Melis Hanım ile 2 numaralı otobüse bindik. Türkiye' deki metal müziğin yirminci yılına doğru yola çıktık. Bu arada ilk kez ekşi sözlüğe bu kadar çok nefretle yaklaştım, ulan sen ne yaptın da bu adamlara dil uzatıyorsun dedirtecek milyonlarca yorum var Allah aşkına susun da adam sanalım bari sizi. Ya da gelin beni bulun oturup konuşalım biraz.
Pentagram' la ilgili o kadar çok şeyim var ki konuşacak, o kadar çok takdir edilesi yanı olan bir grup ki bu, o yüzden sürekli kontrolden çıkacakmışım gibi oluyorum. Bunlardan önce gider gitmez konser alanı içinde ve dışında "bu gençler nereye gidiyor" fikri geldi aklımıza, bir garip garip çorçocuk bir grup garip ne olduğu belirsiz grup tişörtleri içinde, gözlerinde kalemli erkekler mi dersin, pislikten ölen saçlar mı, on yaşında içilen sigaralar biralar, asiyiz biz diye etrafa durduk yere küfretmeler mi. Zira elimin kirlenmeyeceğini düşünsem ağzına çakasım gelen 3 - 4 velet vardı. Her neyse konser başladı, her şarkıda ayrı gaza geldim bizzat, lakin Unspoken albümünden hafif firelerim vardı, o kadar da olur yani tüm sözleri de nasıl ezberleyeyim ki. Herşeyden önce bir grup düşünün ki hem heavy metal yapıyor ki Türkiye' den bahsediyoruz, hem de 20 yıldır, sırf buralarda değil dünyada tanınıyor, kalitesiyle, karizmasıyla her gittiği yeri sallıyor. Bir solist düşünün ölesiye tenor! Bu belki size çok iddialı gelecek ama dinlediğimiz bir ton baba grubun solistlerinin ancak çığlık ve kafa sesiyle çıkabildikleri notalara Murat İlkan kendi öz sesiyle çıkıyor yahu. Bir alıcı gözüyle dinleyin albümlerini sadece Pentagram değil, Cem Köksal albümlerini de. Görün bir adam gibi ses nasıl olmalı! Metalcileri ezen zibidi blogger' a sesleniyorum burdan, Pentagram' dan öte bir grup dinlemedim bugüne kadar. Sonra bir gitarist düşünün ki böyle bizon gibi bir adam adı da Hakan Utangaç, çok sağlam çalar, hâlâ Black Magic' i de söyler -tıpkı bugün söylediği gibi- ve yıllar sonra Bir albümünde de Bu Alemi Gören Sensin' i söylemiştir. Helal olsun dedirtir, bu adam satanist galiba izlenimi yaratır. Sonra bir baterist düşünün, adı da Cenk Ünnü, böyle aile babası şirin bir esnaf adam, ama baterisini de hakkını vererek çalıyor, zira bugün dikkatle izledim, adam baya iyi yahu dedim sonra da bir de baterinin arkasını dolduruyor, üstelik Dark is the Sunlight' ın girişindeki ve ya Tigris' teki gibi sağlam aksak ritm atmak, eksik ölçülerle girebilmek her babayiğidin harcı değildir. Sonra bir bas gitarist düşünün ki, Türkiye' nin en büyük müzik adamlarından biri Tarkan Gözübüyük. Nerde iyi bir rock albümü varsa bu piyasada, bu adamın parmağı illa ki vardır. Yakışıklıdır da bu adam aslında. En son olarak da hayallerimin gitaristi Metin Türkcan' ı koyun sahneye, tek elle sololar atsın, ışık hızında zibidilikler yapsın, büyü yapar gibi davransın herkes deli sansın, şebeklik yapsın, çıplak çalsın, Pentagram' ı sağlamlaştırsın, Demircan' ı aratmasın. Konserden bahsedeyim biraz, Ogün Sanlısoy bile geldi bir ara çığlık atıp gitti, Hakan Bey' de söyledi paşalar gibi Black Magic' i, ben ona bağlı bir Rotten Dogs da beklemiştim kendisinden ama başka bir şeye bağladılar. Sonra bir ara "Lions in a Cage" girdi ki nakaratındaki yardımcı vokallerle efsaneleşir. En sevdiğim Pentagram şarkılarını da söylediler beni kırmayıp, gelen çoluk çocuğun ve bizim kalıbına güvendiğimiz bir grup deri ceketli eski metalci imajlı abinin de eşlik edemediği ve benim eşlik edip gururun zirvesine çıktığım şarkılardı bunlar. "Vita es Morte, Morte es Vita no difference the way is one, Life is Death, Death is Life, die, live and born" diye bağırdım boyna şarkı boyu, sonra yine bir Trail Blazer klasiği olan No One Wins The Fight çaldılar. Öyle güzeldir ki sözleri, fuck' lı maklı demem eşlik ederim 2. bölümüne. Tabiki her şarkısı bir ders niteliğinde olan ve bir öğretiymişçesine hayranlıkla dinlediğim tüm Anatolia albümü şarkıları. Nasıl bir albümdür bu 963746296 kez dinlerim de bıkmam gaza gelirim. Anatolia -ki gençken klipten korkardık-, 1000 in the Eastland, Dark is the Sunlight - ki sözleri beni benden alır, yine derinden eşlik edip gurur duymuşumdur- "save by save, day by day search for the reason, light by light, i slay my mind there's no solution, dark is the sunlight, we cast the right together,dark is the sunlight, or i'm blind forever, dark is the sunlight, we spent the light together, dark is the sunlight, or i'im blind forever", Gündüz Gece, G.S.T.K.P. ve sesimi yırtarcasına bağırışım detone oluşum yine de acımadan "Give me something to kill the pain, there is no tomorrow and no today, my soul is not for eternity and i know i will fade away in memories" diye uluyuşum. Keza Anatolia öyle, sanki Sertap Erener' im de Anatolia diye sopranoca uzatacabileceğim. Anatolia' dan son olarak Behind The Veil tabiki, en babalardan. Son albümden ise, herkesin eşlik ettiği üzere Bir, Şeytan Bunun Neresinde ve az eşlik görebilen Ölümlü. Ah bıraksanız her şarkıyı söyleyeceğim uzun uzun ama Pentagram için ne desem boş, efsane olalı çok oldu onlar. Nasıl Yüzüklerin Efendisi' nin üzerine dahasını katan bir kitap yoksa, Pentagram' ın üzerine dahasını yapan da yok benim için. Bu kadar.

"black shadows life behind the veil
who dares to change the life someday
all you need is sometime"

* Sahneye geri döndüklerinde Judas Priest çaldı adamlar yahu, daha ne olabilir yani daha ne olsun !

Cumartesi, Mart 24, 2007

Sen Vur da Tanburun Tellerine Yar

Efendim takım elbiseyle bir miktar karizmatik olduğum doğru, akşamki TRT konserimiz gerçekten eğlenceliydi, hatalar da olsa, bazı ufak tefek nahoşluklar da olsa güzeldi, ziyadesiyle eğlendik ki benim en takdir ettiklerim Alper Bey ve Merve Hanım çiftiydi -videolarını Eysean Hanım' ın blogunda bulacaksınız- bir de İlker Bey! Haftaya perşembe günü bakalım bizim okulu sallamayı düşünüyoruz, gelmeyen var ya gözüme gözükmesin hiç daha iyi. Eğlenceli sunucu gencin dediği gibi "Kadro bahane, san' at müziği şahane!" ve bizim dediğimiz gibi "Yok artııık!"Günümüzün karizmatik ve eğlenceli isimleri Emir Efendi ve Bahar Hanım. Bahar Hanım' dan gelen "özledik, görüşelim" türevi mesaja hemen organizasyonu yaptım acımadım hiç! Bu piyasada Emir Efendi' nin üçte ikisi kadar bir baterist dinlesem gerçekten gözlerime inanamayacağım! Bahar Hanım iyi bateri çalan bayan açığını kapatmak üzere yetişecek.
Bu pozu ayakkabıya koyup zamanlayıcısını açtığımız telefonumuzla çektik yani hem sanatsal hem duygusal hem fiziksel. Yer bizim çok sevdiğimiz çaycımız yani Danışman Pasajı. Soldaki o kol gibi şey gerçekten Emir Efendi' nin kolu.
Emir Efendi ara ara Bahar Hanım' ı kesti bugün, zira bu pozda gördüğünüz üzere karşılıksız da değildi pek bu kesişler, ben de efendi olun mahiyetinde elimin tersini gösterdim kendilerine, çok fena müzik projelerimiz var çok çok fena hatta!
Emir Efendi günün sonuna doğru yine güzel bir hanımefendiyi almış yanına gördüğünüz üzere. Bu hanımefendinin ismi Selen Hanım, zira her yeni tanıştığım insanla olduğu gibi sen / siz polemiği yaşayıp azar yedim.
Fırsatları iyi değerlendiren sapıkça arkadaşımız Emir Efendi hemen bu bayanı ağına düşürmek suretiyle kendisine sarılıp poz da vermiş. Poz demişken, ismi geçen ilişikteki bayanın fotoğraf makinesinde çok beter pozlarım var.
Taksim gençliği olduk çıktık tövbe estağfurullah. Bu sokak çok fotojenik, Mihrimah Sultan' ın sokağı burası.
- Bu pankları dövmüyorlar mıdır?
- Bilmem herhalde dövüyorlardır.
Zira Bahar Hanım' ın blogunda da bir benzer poz göreceksiniz sanırım. Artık bakkalla bile görüşmemizin blogger buluşmasına dönüştüğü bir dünyada yaşıyoruz, hareketlerimizi de buna göre düzenliyoruz, bloggerlara desteğimiz sonsuzdur hele tanıdık oldular mı daha bir sevecen oluyorum.
Burnum bu pozda yine Fatih' in İstanbul'u fethettiği yaşındaki gibi çıkmış, bilmem anlatabildim mi? Ünlü olursak İstiklal' de klip çekmeyeceğiz, zira sırf bunun için ünlü olanlar var.
Pamık şekerle insan doymaz ki, üstelik bugün hem nefiskos hem de olimpiyat marka kağıt helva gördük, üstelik Karaköy' e indik, çıktık, ucuza bir ucu dişi bir ucu erkek kablo aldık.

NOT : Şaka gibi sanırım ama politikadan bir grup değerli arkadaşım bana Pentagram konseri ısmarlamış. Peki kimler benle geliyor konsere hemen ellerini kaldırsınlar?

Çarşamba, Mart 21, 2007

Davetiye

Şef
Serap MUTLU AKBULUT - Mehmet ÖZKAYA
yönetiminde
"TSM GENÇLİK KOROSU KONSERİ"
programını onurlandırmanızı dilerim


Ahmet AKÇAKAYA
İSTANBUL RADYOSU MÜDÜRÜ

Tarih : 23 Mart 2007 Cuma
Yer : İstanbul Radyosu / Mesut Cemil Stüdyosu
Harbiye - İstanbul
Saat : 19.30
Not : Program 60 dakikadır.

* Bir hafta sonra ayın 29' unda Boğaziçi Üniversitesi' nde var konserimiz, asıl ona gelmeyen gözüme gözükmesin zira Esra Hanım' la solomuz bile var.

Telli Turna

bu sefer de Tuğçe Hanım' dan sobelendik

TRT' de "Bir Başka Gece Vardı", sonra büyük kasetli aterimiz vardı, sonra HBB vardı hakkaten orada Ninja Kaplumbağalar' ı izlerdim.

Tarkan vardı sonra, o dönemde kimse yoktu Tarkan' la kapışabilecek hâlâ da olmadığı gibi, hiç unutmam, "Unutmamalı, o güzel günleri, anılarla gönülleri hoş tutmalı, avutabilmeli." şarkı sözünün sonundaki avutabilmeliyi auta binmeli sanardım. Ama o aut diye yazdığım şey aslında out' muş, futbolla ilgili hep duyardık aut aut diye ama o zaman idrak edemezdik ne olduğunu, ben de binilebilir bir şey sanıyordum.

Sonra bir dönem geldi ki "Yaşandı bitti saygısızca, aldatmanın tadına varınca, doğru söylese kimin umurunda, gözüme inanırım haydi zıpla!" dönemi başladı, deri ceketler, çopır tabir ettiğimiz ve bizi Harley Davidson sevdasına sürükleyen motorsikletler geldi ve de ilk aynı şarkıda ilk kez net olarak elektronik gitarlar sert şekilde dikkatimi çekerek hoşuma gitmişti. Yatağın üstünde gitar çalar gibi yapışımı hatırlarım hâlâ.

Ayna vardı, Grup Laçin vardı onlardan biraz sonra, Af bile vardı sanki. Hepsinden önemlisi Süper Baba vardı! Gelmiş geçmiş en iyi dizi! Biraz daha sonrasında albümünde ezan okuyan ve polemik yaratan bir Bülent Ersoy vardı.

Daha ortalarına doğru gelirsek doksanların benim için başlayan bir heavy metal furyası ve gönlümde taht kurmuş baba gruplar vardı, bir Metallica olsun, Iron Maiden olsun, Megadeth olsun. Ve 97 senesinde sanırım hayatımın en önemli müzik olaylarından biri olan Pentagram' ı farkettim.

Best Tv vardı, başka bir iki müzik kanalı daha vardı sonradan yok olan onların birinde en sevdiğim iki insanı tanıdım Cenk Bey ve Erdem Bey, yine aynı dönemlere ve daha öncesine denk gelir ki TGRT' de X Files yayınlanırdı.

Bir de bunlardan daha da önce Thomas Brezina diye bir yazarın Dört Kafadarlar serisi vardı 30 - 40 kitap hâlâ da olabilir, çok okurdum onları, Ross vardı Allah rahmet eylesin çok sevdiğimiz büyük ressamdı. Vallahi aklıma bunlar geldi şimdilik ama Deryik Hanım bir milyon şey daha yazmış ki %90' ı benim de o dönemden aklımda kalanlar.

O dönemlerden aklımda kalanları hep müthiş hatırlarım, mesela Megadeth benim için şarkılarıyla, sololarıyla, solistiyle efsanedir, ya da bıkmadan dinlediğim Süper Baba dizi müzikleri, sonra ben Tarkan' ı çok severim bu yaşımda da o zamanki kadar, tek izlediğim dizi The X Files' tır, gerçekten en beğendiğim en eğlendiğim insanlar ise Cenk ve Erdem Beylerdir. Pentagram hayatımın grubudur, Harley Davidson' un mavi deodorantından bulsam ozon falan demem sıkarım.

Ben kimseyi sobelemiyeceğim çünkü sobelediğim zaman yazacak olanlar zaten yazmışlar, diğerlerinde de bir artistlik bir kuulluk var, selam veriyormuşum da cevap vermiyorlarmış gibi hissediyorum sobelediklerim yazmayınca o yüzden selam vermiyorum ben de. Yorum penceresini boşuna mı açtık hem =)

Pazar, Mart 18, 2007

Daha Oturtamadım Tam

Şimdi efendim dün şöyle oldu ki TRT' den sonra son anlarda haberdar olduğum bir blogger zirvesine katıldım, hem de Tuhaffiye Hanım' ı da benimle gelmeye zorladım. Şimdi olay mahalinde tanıdığımız bir Eysean Hanım (Eyşın diye okunuyormuş göya rivayete göre...) vardı. Başka kimler gelecek şeklindeki soruma aldığım yanıttan aklımda kalan -ki bu isimleri evvelden de duymuştum- Cansu Hanım, Tekmetokat Bey ve Sevda Sözleri Bey olacaktı.Sonradan öğrendik ki Tekmekotak Bey' in adı Okan Bey' miş, Tuhaffiye Hanım' la bir polemiğe girmiştik Okan mı Okay mı diye. En sonunda Okaaa diye sonunu yutarak seslenmeye karar vermiştik. Her neyse. Şimdi dün çok çok konuşamadık herkesle, açıkçası kafama da tam oturmadı kim kimdir diye. İşte bir Cansu Hanım' ın blogsuz olduğunu öğrendim, bir de Tekmetokat blogunun Okan Bey' in olduğunu. Bir de Sevda Sözleri' nin sahibinin kim olduğunu gördüm, ismini unuttum sanırım, ama görsem çok fena tanırım, bir de Live For It diye bir blogu ve sahibini tanıdım, ki bu kişinin adının sonu "ay" ile bitiyordu ya da "oy". Eray Bey olabilir mi? Belki. Bir de sanırım İbrahim Bey diye biriyle tanıştım ama onu hiç çözemedim. Neticede görüldüğü üzere kafam hâlâ çok karışık. Aahahah =) Benim gibi 23 ayküsu (iq) olan birine bu kadar yükleme yaparsan olacağı bu.Tabi insanları daha kim kimdir diye oturtamam, kötü vakit geçirdiğim anlamına gelmez, oldukça sohbetimizi de ettik, ben de gün gelir anlarım canım. Allah Allah, acelemiz yok ya. Bir de bir ara sanırım Optio Hanım ile telefon bağlantısı yapıldı, lakin ben çok korkarım telefonda tanışmadığım insanlarla konuşmaya -bilen bilir bu özelliğimi- o yüzden cesaret edemedim. Sanırım Okan Bey' de korkarmış.

Dönüşte Eysean Hanım ile vedalaştık, birileriyle daha vedalaştık -bak hâlâ oturtamamışım- bir de çıkarken Cansu Hanım ile vedalaştık ve ben, Tuhaffiye Hanım ve Okan Bey olmak üzere, Karaköy' den Kadıköy' e gitmeye karar verdik. Tünel' den iskeleye vardık ve vapurumuza bindik. Bir miktar sohbet ederek vardık. Son olarak Okan Bey' e saçma durak maceralarımızdan ve benim bitmek bilmeyen cümlelerimden bahsedip ayrıldık ondan.

E : İşin yoksa bize gelsene?
Tuhaffiye Hanım : Yok canım.
E : Vallahi bak yahu hadi gel?
T : Vallahi olmaz, sen gel?
Emir Bey : Yok olmaz.

Yeni insanlarla tanışırken yanımda genelde olmasını istediğim insan Tuhaffiye Hanım' dır. Zira kendisi bugün de beni yalnız bırakmamış, takdirimi kazanmıştır. Elektıronik Cazz Sidisi süpermiş ayrıca.

Cuma, Mart 16, 2007

Yazısı Yarın (yazıları eklendi)

Bu güzide gençlerimiz başta Emir Efendi olmak üzere, soldan sağa Gülnaz Hanım, Emir Efendi ve Yasemin Hanım' dır. Diğer Emir Bey' e bundan sonra karışıklık olmasın diye Emir Efendi diyeceğim hazırlıklı olun, alışın. Bir de bu beyin de sizinkinden güzel olmasın pek güzel bir blogu var bir bakmalısınız derim. Hanım kızlarımızın boyları daha uzun görünsün diye Emir Efendi' yi biraz kaykılttırdım koltuğunda, pek de güzeller pek de yakışıklılar maşallah, bıcır bıcır.Ilgın Hanım ile artık o denli iç içeyiz ki birbirimize geçtik fotoğrafta gördüğünüz üzere, üstelik bu fotoğrafı çekeceğiz diye, zamanlayıcısını açıp ağacın dalına kurduğumuz cep telefonumuzun önünde yaklaşık 10 saniye, halkın bakışları altında aptalca sabitlenmiş pozlar verdik. İnsanlar çok orjinal olduğumuza karar vermişlerdir eminim şayet bizi gördülerse. Ayrıca yaz okulundan beri yapmadığımız şekilde yürüyüş yaptık meydanda.
İşte zamanlayıcının süresini ayarlayamadığımız ve çekmiştir diye makinayı daldan almak üzere yola çıktığımız bir anda makina bizi gafil avlayıp fotoğrafımızı çekmiştir. Baksanıza nasıl da mutluyum, nasıl da huzurluyum. Nasıl da şapşalım vesselam.Gülnaz Hanım' ı özlemişiz bu sefer de biz ona doğru gidelim dedik, hep o geliyordu sağolsun. Yanında Yasemin Hanım da vardı ki bu Yasemin Hanım da pek hanım pek şirin bir insandır, üstelik Sanat Müziği ile ilgilenmesi de beni şaşırtmıştır, konserimize de davet edilmiştir, yarın öbür gün sizi de edeceğimdir. Her neyse bir de bu Emir Efendi mevzusu var, adamı her an özlüyorum yahu, öyle ki gördüğüm zaman her halta kopar durumda oluyorum, iki espride gözümden yaş geliyor.

Çarşamba, Mart 14, 2007

Oyunlardan Oyun Beğen

Şimdi efendim daha bir oyun bitmeden bir oyun başladı tabiri caizse eğlenceler deryasında oyundan oyuna yüzüyoruz. (Buket Hanım artık sen de blog al.) -baba beni okula gönder-

Şimdi bu yeni oyunumda dünküne biraz benzemekte lakin bunun kuralları şöyle :

* öncelikle seni seçen kişiyi anlatacaksın
* sonra da 3 kişi seçeceksin onları anlatacaksın
* o seçtiklerin de seni anlatıp 3 kişi daha seçip anlatacaklar
* bir nevi titan bir nevi saadet zinciri

Optio : Şimdi efendim, bu hanımefendi belki en eski takip ettiğim bloggerlardandır. Yani ilk üçtedir tanıdıklarımı saymazsak kıdem olarak. Daha önceki blogundan da bilirim. Takdir edilesi bir insandır. Sesi pek güzeldir. Yurt dışında yaşar, doğrunun yanında yanlışın karşısında bir insandır. Yanlışlara ya da saçmalıklara sert tepki de verebilir -ki zaten versin- ama eminim kırıcı olmak istemez, olduysa bile vicdan azabı duyar sanki. Hâlâ içinde bol miktarda insanlık barındıran insanlardandır. Tabiri caizse delikanlıdır. Bunlar tabi benim gözlemlerim gerçekte tanımıyorum kendisini, nasipse buralara yolu düşer bir gün tanışırız. Saygılarımı sunuyorum kendisine buradan.

Benim seçtiğim 3 kişi ise :

Derin İnsan Orçay Han : 2. sınıftan beri arkadaşım, daha ne olsun. En can, en sevdiğim, en delikanlı, yanında hiç sıkılmadığım, olsa da yesek dediğim bir insandır. Çok ünlü Sırılsıklam parçamızın söz yazarıdır. Sevdiği vardır, güzeldir hoştur. Ama beni de sever, ben de onu severim zira. 28 gün aralıksız konuşsak hep de boş konuşsak zerre sıkılmam. Tavla da oynarız yenerim ama. Bu adama sırf bir blog yazı yazılır.

Amasante : Melis Hanım' ım der, yanaklarından kocaman öperim. Afet tabir edilen güzelliktedir. Şuanki okulumda beni keşfeden, ilk seven sayan insandır. Bu insanın da sesi hoştur, ama detone oldumu çıkardığı notayı Erkan Oğur bile bulamaz. -ki perdesiz gitarı o icat etmiştir- Sonra çok neşelidir, hayat doludur, sevesi gelir insanın, geyikte sınır tanımaz, çok fena adam kilitler, yeri geldiğinde kilitlendiği de olmuştur (tarafımca). Kalbimizde tahta sahip olmuştur.

Kocakafa : Bu hanım da çok kuul dur. Kendisinin bir de Tuhaffiye Hanım' ın müzik kültürleri her daim takdirimi kazanmıştır. Ne varsa bilirler bunlar. Kültürlüdürüler. Ayrıca bu hanım kızımız çok kuuldur. Ahaha bunu demiştim. Demek hakkaten çok kuul. Son zamanlarda birlikte yemek yeriz kendisiyle. Tanıdıkça sevilesi hatta "hımm pek de tarz" denilesi bir insandır. Nerede sorunlu insan varsa onu bulur. Djarum içer arada. Kuul dur işte. Daha ne?

Pazar, Mart 11, 2007

Musiki


Dün akşamı düşününce

"Bir diyar ki orda hep
şarkılar vardı..."

sözü geliyor aklıma.


Annemlerin üniversiteden arkadaşlarıyla toplanmalarına gittik, düşünün ki yirmi senedir görüşmeyen iyi arkadaşlar vardı dün aynı ortamda, arada görüşenler de vardı tabi. Yemek faslıyla başladık, sonra biz arka odaya geçmişken tam yan odadan bir kanun, bir ud, bir de la sesi geldi. Hemen ben de gidip akord etmek üzere kaptım gitarımı, büyüklerin de iznini aldım ben de katılabilir miyim diye. Ardından bir fasıl başladı ki sormayın gitsin. Her makamdan müthiş eserler, ilahiler, uzun havalar, valsler her şey vardı. Ben ancak karar notalarını verecek nitelikte eşlik edebildim, valsler dışında, haliyle perdesiz enstürmanla çok kapışmamak lazım zira kendi felaketinizi de bulabilirsiniz sonuçta. Uzun saatler çalındı söylendi, sonra çay molası aldılar, ud çalan amca biraz da sizi dinleyelim dedi ve ben de iki parça çaldım, her zaman kendinden büyük insanlara çalmak daha heyecan vericidir, üstelik genelde daha açık sözlü yorumlar yaparlar beğenseler de beğenmeselerde. Ama aldığım tepkilere çok sevindim, sonra fasıl devam etti kaldığı yerden. Müziğin insanlar üzerindeki etkisini görmeniz gerekiyordu tam olarak. Müziğin içinde hiçbir şeyde olmayan bir şeyler var, hiç bir şeyin yapamadığını başarma gücü, bir büyü mü demeli ne demeli? Faslın sonuna doğru, ortamdaki herkesin birer ikişer isteklerini alarak bitirdiler çalmayı ki ortamda yirmi civarında insan olduğunu düşünürsek bu müthiş bir davranıştır.

-"Umarız ki rahatsızlık vermemişizdir."
-"Rica ediyorum hep rahatsızlık veriniz."


Saate bakıp şaşırmanın vakti gelmişti artık saat 01.30' du. E biraz da tatlı yemek gerekirdi tabi, tiramisular mı dersiniz, şekerpareler mi, baklavalar mı. Ben tatlıdan pek haz etmeyen bir insanım ama annemin yaptığı büyüleyici tiramisuya hayır diyemedim. Kalktığımızda saat 02.30' u geçmişti, müzik mükemmeldi, yeni ve hepsi birbirinden tanınası insanlarla tanışmak da mükemmeldi en azından müzik kadar. Döndük eve, yattığımda saat 03.03' tü. Bir kaç sene önce olsa annem, arkadaşlarıyla görüşmeye gittiğinde gitmek istemezdim, halbuki şimdi böyle toplantılara gitmek için, resmen çaba harcıyorum. Birşeyler kazandığını hissederek dönmek çok hoş.


Bugüne gelince. Hıımmm ne desem ki? Merve hanıma ısıtıcılarla ilgili bir brifing verdim, bir ton da akustik olsun, ne bileyim yalıtım olsun konu anlattım, artık hâlâ sınavdan kötü not alırsa gözüme gözükmesin.

-külliyen yalan-

"Dudaklarımda arzu kollarımda yalnız sen,
Sana bakan bir çift göz ben olayım sevgilim."

Cuma, Mart 09, 2007

Balina

Şimdi Ilgın Hanım gönderdi dün bir bugün iki fotoğraf ki ben buraya ikisini koyacağım. Gençken bir bıcırmışız ki sormayın gitsin. Lakin Avukat Melis Hanım' ın karizmasından geçilmiyormuş her zamanki gibi. Ilgın Hanım' ın daha Afganistan' dan yeni geldiği dönem, zarar vermesin diye eline dev su tabancası vermişiz, dudak tiryakiliği gibi onda da kaleş tiryakiliği var elinde tüfek olmadan duramıyor. Ama şeytan doldurur diye aldıydık önlemi. Neyse Gözde Hanım' ın mistik olgularla içleştiği bir dönem bu aynı zamanda. Uzak doğuya merak sarmış, bıraksan Asya' ya gidecek durmayacak. Benimse hiç bir değişikliğim yok yine de komiğim, Ilgın Hanım' la buna karar kıldık. Neden komiğim bulamadık. Değişik. Bir de Merve Hanım' a bakarsak, o zamanlar biraz solgunmuş, e tabi daha bensiz zamanları, kolay değil, insan ruh gibi dolaşır durur. Yanında da onu teselli etmeye çalışan bir Egemen Bey var ama ne çare, gönül ferman dinlemiyor. Tabiri caizse mefta gibi dolaşıyor ortalıklarda. Sağdaki bir diğer mefta gibi duran hanım da Türkiye 5. si miydi neydi öyle ölü gözüyle bakmayın. Ay eğlendim akşam akşam. Bir yandan da aklımda Sanem Hanım ile konuştuklarımız var. İnsanlar önce birbirlerini insan olarak tanıyıp sevmeli, siyasi duruşuna, fikirlerine göre değil. Böyle başlayan bir ilişkide, tartışmalar da sevgi saygı çerçevesinde olacaktır. İlişkinin durumu sizi bağırıp, hakaret etmektense, sabırla izah etmeye itecektir. Neyse. Güne güzel başladık Merve Hanım sağolsun beni kırmadı. Sonrasında da Ilgın Hanım' la görüştük az da olsa. Ardından Uğur Bey ile hukuk dersi. İlber Ortaylı' nın belgeselleri. Sonra kantinde Tuhaffiye Hanım, İdil Hanım, Buket Hanım, Melis Hanım. Tuhaffiye Hanım' ın anlattığı Mihriban söyleyen arkadaşa deliler gibi gülmeler, sonra Doruk Bey, sonra Batu Bey ve hoş sohbeti sonrasında kulüp toplantısını ziyaret. Konuşmadan, izlemek düşünmek de güzel. Hele de tanınmadığın bir ortamda. İyice Emir Bey olduk bu aralar çok komik. Mavi balina görsem saygımdan ölürüm herhalde.Pek bir istediğim gibi olmadı yazı ya neyse bakalım artık, ziyaretçi bulduğunu okurmuş derler.

Pazar, Mart 04, 2007

Hakkımızda Hayırlısı

Bir of dese karşıki dağlar yıkılırdı, şayet karşısında dağ olsaydı. Çengelköy' den ne yöne bakmalıydı ki dağ görmek için? En fazla tepe. E o kadar da olsun zaten İstanbul değil mi burası? Yedi tepeli, bol yokuşlu şehir. Denize doğru bakmaya devam etti, sabah erken vakitte soğuk oluyor hava ya, paltosunu giymişti uzun olanı. 80' lerin gençlerine benziyordu. Ağzında mırıl mırıl bir şarkı. "Efendim, nazlı cânanım, seni gayet sevdi bu canım." Değişiklik olsun bugün de şöyle yapalım dedikçe heyecanlanıyordu ki bugün de değişiklik olsun diye sırf Çengelköy' den gitmeye karar vermişti. Vapuru bekliyordu. Her zamanki stratejisiyle erken geleyim diye çıkmıştı yola ve başarmıştı da bunu 45 dakika erken gelerek. Müziği vardı kulağında daha ne olsun! Hem de çok güzel bir şarkı listesi yapmıştı bu sefer, bir "Münir Nurettin", ardından "A Tout Le Monde", onun da ardından "Zülüf". Ne ararsan vardı yani. Gel gör ki telefonunda kimseyi arayacak kontörü yoktu. Aramamaya karar verdi. -16 kontörle şaka olmazdı. Acaba şu hayalleri ne olacaktı? Sonunda istediği gibi biri olabilecek miydi? Hep de yaver giderdi şansı ya dur bakalım. Müzik lazımdı tabi, en kalitelisini de yapmak lazımdı. "Ah Bu Ben" çalmaya başladı kulaklıktan hafiften. İçinden dedi ki : "Ulan delikanlı adam severse söyler, yeri gelince söz de dinler." Yaktı bir tane Djarum. Sırf rengi kahverengi diye içilir miydi yahu sigara. Sigara içmiyordu ki Djarum içiyordu o. O raddede de kuul bir insandı. Of kışın da sigara içmesi zor işti içtiğin elin donuyordu. Hele ki minimum 12 dakika içme süresi olan herhangi bir Djarum çeşidinden bahsediyosak. Saatine baktı. Of be çok havalı oluyordu bu saate de bakması. Sağ iç cebinden çıkarıyor, zinciri uzatıyor, kapağını açıyor, çat diye bakıyordu. Sonra "çıt" sesiyle kapayıp tekrar cebine atıyordu. İnanıyordu cep saatlerini tekrar moda yapacağına, kendinde bu gücü görüyordu. Hem baktıkça sevdiğini hatırlıyordu, sırf sevdiği öyle isteyip bunu yazılı olarak saatin kutusunda belirttiği için değil, içinden geliyordu. Sırf saatine bakarken değil aslında zırt pırt düşünüyordu sevdiğini. Zaten hâlâ anlayamamıştı kendi beyninin nasıl ve ne hızda çalıştığını. Gizli Dosyalar' a sevkedilesi bir olguydu herhalde. Ajan Mulder olsa çözerdi işi, o da boyna uzaylılardan kaçıyordu şimdilerde. Kulaklıkta "iyi dostlar biriktirdim, hepsi ailem oldu" diyordu, nakaratı beklemeden abandı filtreye. Sonra çektiği dumanı da sanki dağ havasıymışçasına içine çekti, hem sporcu hem sanatçı nefesi aldı resmen dumanla, hem karnı şişti hem omuzları kalktı. Sonra üfledi dışarı. Üfledi. Biraz daha üfledi. Yok artık hâlâ bitmiyordu duman. Üfledi bir daha, baktı ki az daha üflerse köprüyü de göremeyecek. Hafif bir baş dönmesi oldu. Sonra bir baktı etraf dumanlanmaya devam ediyor. Sigarayı bitirdiğinde görüş mesafesi 6 metreye düşmüştü. Bir an o kadar korktu ki şehri dumanaltı yaptım diye, o an söz verdi bıraktı sigarayı. Sonra anladı ki duman değildi o sisti. Üstelik hava soğuk olduğu için ağzından buhar çıkıyordu. Halbuki o ciğerleri alev aldı üfledikçe onun dumanı çıkıyor sanmıştı. Allah insanın aklını arızalı yapmayagörsündü. Bir daha baktı saatine vapura otuz vara beş vardı. Elini sağ cebine attı dıştakine ama bu sefer, bir tane daha sigara aldı paketten. Sonra az önce bıraktığını hatırladı. Delikanlı adam, olayı çözse de sözünü tutardı. Paketi de okuldaki yakışıklı sarışın arkadaşına hediye etmeyi düşündü. Of o da çok içiyordu. Vermese miydi? Günah ama. Neyse sonra bir anda çözdü olayı, sis falan değildi havadaki, bariz sokakta sigara içenler yüzünden sabahları böyle duman oluyordu şehir. Neyse dedi, derken de güneş azıcık daha yükseldi. Bulutların arasından sızdı ki görüş mesafesi tekrar uzadı. Kulaklıktaki çılgın sesli hatun I am "So Broken" diyordu fonda da deli bir gitarist klasik gitar çalıyordu. Sonra kafası yine ışık hızını katlarcasına düşünceleri atladı. Bir keyifsizlik vardı üstünde, nedeni belirsiz, halbuki keyfi yerinde olmalıydı. Of bir de şu konser işi güzel olsa nasıl sevinecekti. Telefonda da demişti ya sevdiğine "hiç hata yapmamalıyım çünkü suç atacak birisi olmayacak sahnede" diye. Hayırlısı bakalım yahu. Azıcık göz teması, azıcık seyirciyle iletişim. Gerisi kolaydı. İncesaz da ne güzeldi. En tarz arkadaşı ne demişti de sevindirmişti onu önceki gün vapurda. Sen de böyle müzik yap demişti. Ah ah hayal etmesi dahi müthişti. "La dispute" girdi inceden. Bu film müziklerinin de sorunu buydu, çok kısaydılar. Bir filmlik bir film müziği de yapmalıydı. Yanında okuldaki sevimli arkadaşı olsa, not al evladım uzun film müziği yapılacak derdi. Sonra baya çok sevdiği arkadaşının grubunun şarkısı girdi bir anda. İyi çalmışlardı vesselam. Sonra isim vermemeye karar verdi bu noktada. Daha da sevdiği başka bir arkadaşı sen de iyice bıdı bıdı oldun demesin diye sırf. "Kalbim yanıyor ismini her kimden işitsem" sözleri geldi kafasına bir anda. Dilek Türkan burayı söylerken ne de güzel bir yükselip bir iniyordu. Kum tepelerinde yuvarlanıyordu sanki. Vapuru gördü inceden. Parktan denize arkasına dönüp sola doğru ayrıldı ve ahşap evlerin arasındaki iskeleye girdi. Tam bu noktada sigarayı yere atıp kıvılcımlar çıkartarak karizmatik bir hareketle söndürecekti ki sigarayı bıraktığı için elinde sigara olmadığını farketti heyhat! Vapura bindi. Motordan bozma tabiki. Sis mi sigara dumanı mı anlayamadığı yoğunluğun içinde kayboldu. "Sevdadandır dedi annem aldırma" dedi en sevdiği "melonkolik" diye nitelendirilen şarkıcı. Askerdeki arkadaşı internetten sohbet ederken ne demişti zaten, "senin kadar depresif olamaz herkes" haklıydı. Ah ah sevdiği olacaktı yanında. O da hem seviyordu aynı şarkıcıyı. Elini tutardı bir yandan ve sol kulaklığı onunla paylaşırdı. Derken karizmatik sesli adam "Hello me, meet the real me" dedi. Blues ile heavy metal kırması diye düşündü. Bu kadar çok düşünesi yoktu ama bakacak manzarası da yoktu duman sarmıştı vapurun her yanını. Keyif istiyordu sadece, mutluluk istiyordu. Böyle gözlerinin içi parlasın istiyordu. Ama hava böyleyken olmaz gibi geliyordu. Kahverengi kahve fincanını yanında taşımaya karar verdi, vapurda türk kahvesi yaptıracaktı bundan sonra. İçerken de çok sevdiği arkadaşını hatırlayacaktı. Kahverengi olsun da çamurdan olsun. "Sanırsın dağlarda yol olmaz, usanırsın kalbinde güç kalmaz" diyordu bir yandan en sevdiği grubun solisti. Konserlerine de gitmeliydi artık, ilki kaçmıştı hadi ama bu kaçmasa iyi olacaktı. Parası da ne kadar vardı belli değil. Bir türlü istikrarı yakalayamamıştı. Devlet adamlarına hak veriyordu, kendisi düzenli haftalıkla istikrarı yakalıyamıyorsa, ya onlar n'apsındı? Vapur yavaşladı, bizim oğlan da kalktı ayağa çantasını düzeltti, paltosunu düzeltti, saatine baktı. Bu havada yukarda bir tek o vardı. Kısa sürmüş tü yol her zamankinden. 5 dakika kadar kısa. Ne zamandır yapmadığı şeyi yaptı ve ikinci kulaklığı da taktı kulağına, bunu yapmazdı pek çünkü dış dünyayla bağı kesiliyordu. Ama yaptı yine çünkü İtalyan grup çıkmıştı ve müthiş ses " When you're taught through feelings" diyordu. İndi merdivenleri. Bu şarkı gaza getiriyordu onu. Herhalde yanaşmıştı iskeleye vapur çünkü durmuştu tamamen. Ama öndeki halatı açmamıştı hâlâ tayfa. Sisten de hiç bir halt belli olmuyordu, macera olsun diye açtı halatı geçti. Önünde bir karalık görür gibi oldu iskeleden uzanan merdiven sandı. Adımını attı ve boşluğa doğru düştü. Suya deymeden önceki son düşünceleri "kaptan herhalde yine bir tankere yol verdi" oldu. Suya deydiği anda ise "5 dakika çarpı motorun hızı kıyıdan uzaklığımızı ve dolaylı yoldan derinliği verir" cümlesi geldi aklına. Paltosu çok ağırdı, keyfi de yoktu zaten vazgeçti çırpınmaktan, korktuğu bir sondu boğulmak ama hızlandırmaya karar verdi bunu, zaten su soğuktu, can çekişip üşümenin alemi yoktu. Derin bir nefes alırcasına çekti suyu ciğerlerine hatta diyaframını zorlayacak kadar, deli gibi bir acı hissetti, gözü karardı, son düşüncesi "sokakta olsam kesin yere düşmüştüm" oldu.

Perşembe, Mart 01, 2007

Emir Efendi' den Telgraf

Adaşımsın bir yerde
Arkadaşımsın kalbimde
Tipini beğenir kızlar
Boğaziçi' nin kantininde

Melis Sütman' ın güzel sesinden
Benim kalemimden
Sana bir hediye
Bu güzel şiirimde

Gönül isterdi gideyim Shell' e
Alayım Ferrari oyuncaklarını
Hem de yeni iki vitesli haliyle
Ama bu da bir hediye nacizane

Doğum günün kutlu olsun
Msn sağolsun

Çok değerli dostum Emir Efendi' nin Melis Hanım aracılığıyla (sesli şekilde) bana ilettiği doğum günü mesajımı sizlerle paylaşayım istedim. Yanımda olan, beni hatırlayan, hatırlamayan, düşünen, mesaj atan, mail atan, göz kırpan, el sıkan, kafa okşayan, kinder süpriz yumurta alan, kısacası beni seven (sadece bugün değil) herkese çok çok teşekkür ederim. İyi ki varsınız! Alayınızdan Allah razı olsun. Bir de ben küçükken çok güzel bir çocuktum ve de usluydum, bir de Merve Hanım bugün beni sevindirdi çok kocaman hem de, bir de muhtemelen okul tarihinde bir ilke imza attım ve taş odaya tek başıma üye oldum, nasipse bahar konserine de çıkacağım, gelmeyen böyle ( ) olsun. İncesaz dinliyorum şu an, pek güzel.